Haftalık bölümleri canlı ve görüntülü izlemek, ilave içeriklere ulaşabilmek ve bizi desteklemek isteyenler için: Patreon
Dünya Nereye Gidiyor’u telefondan dinlemek ve abone olmak için:
Apple iOS, Android, Spotify
OYLAMA
Logo manyaklığının tarihçesi ve moda döngüleri, zevk üzerinden elitizm, çakma, influencer’lar ve zenginliğin ifşası, markadan kimlik devşirmek, ünlü markaların “ucuz” ürünleri, normcore, tahammül edilemeyen logolar, Fendace ve çok daha fazlası bu bölümümüzde.
Bu bölümün temelinde bir ürün satın alırken ürünün kendisiyle birlikte bize sağlaması beklenen statüyü de elde edebilecek olmamızın garipliği yatıyordu bence. Şehir içinde hele İstanbul gibi bi yerde lüks markalı araçları görünce benzer hislere kapılıyorum. Ortalama 30 km hızla gidebildigin bi sehirde 3 saniyede 100 yapabilen veya dört çeker bir araç kullanmak nedendir bilmem. Bana ilginç geliyor. Satın aldığımız ürünler artık fonksiyonel bağlamından tamamen koparıldı. Bence bu podcast insanlarda bayyyyyya bi farkındalık yaratacaktır.
Logolu ürünlerin tek iyi ve dünyayı iyiye götüren tarafı olarak toplum içinde tek bakışta bu kerizleri ayıklayabilmek benceee. Çok keyifli bir bölümdü 💞
LikeLike
Ben bir şey alırken özellikle hiç logo olmasın diye bakıyorum. damalı eşek gibi görünmek istemiyorum. Sosyal medya insanları bu anlamda daha da absürtleştirdi o yüzden bu kadar olması açıkçası beni pek şaşırtmadı. bu arada taşıdığım tek logo , futbol takımının logosu oluyor.
LikeLike
Çekilin ben geldim. Her yeri logolu ürünler değil belki ama o markanın mini logosu olan ürünlerin alıcısı benim. Herşey 1029394 milyar olan bir ekonomide bir beymen/vakko vb vb çantaya o parayı verdiysem kimse kusura bakmasın o logoyu taşırım. Neden, çünki aslen orta sınıfım. Hatta bu enflasyon ortamında orta sınıfta kalmaya bile direnen maaşlı plaza çalışanıyım. İşin sosyolojik boyutu budur bence. Logolu ürünler 💚 ben.
LikeLike
Leyla Zananın LCW ortağı olduğuna 2012ye kadar falan ciddili inanıyordum (yaş şu an 34 + hdp seçmeniyim)
LikeLike
Logo manyaklığı konusu çeşitli gelir gruplarında kendi içerisinde değerlendirilmesi gereken bir konu, bir yanda maddi imkanları el vermediği için satın alamayacağı markanın sahtelerini giyerek toplum gözünde sınıf atlamaya çalışanlar diğer tarafta da belli bir alım gücüne ulaştıktan sonra geldikleri yerlerin izlerini silmeye çalışan markası görünsüncüler. Hepsinin temelinde yatan sorun aynı bir kesim özendiği hayatı yaşamaya çalışıyor onlar gibi görünmek istiyor diğeri ise geldikleri yerin izlerinden kurtulmaya çalışıyor. Aslında Alex’in bahsettiği gibi koçlar, sabancılar (yeni yetme sabancılar hariç:)) ya da eskiden atadan varlıklı insanlar bunları gizleme çabası içindeydi çünkü nispeten fakir bir toplum içinde varlıklı olmak varlıklı kesim için tehlike arz eder. Ayrıca varlıklı insanlar zaten bir zenginliğin bolluğun içine doğdukları için içinde bulundukları durumun farkında olmazlar onlar için kaliteyi seçmek zaten hayatın olağan akışıyla gelen bir durumdur bu yüzden ekstra bir gösteriş çabası içine girmezler. Ürünlerin sahte ya da orjinal olmasını belirleyen durum aslında alındığı mağaza değil yaşam biçiminizdir. Orjinal bir rolex ile metrobüse bindiğiniz anda o rolex bütün ışıltısını kaybedecektir. Umarım hepimizi birgün ucuz mal alacak kadar zengin oluruz.
LikeLike
işin ekonomik kısmı bir tarafa, sınıf bilinci veyahut kendini değerli hissetmek için toplumun sana sunduğu suni bir değer gibi bir şey oldu artık. lüks bir araç ya da iyi bir mont’a sahip olmakta bununla alakalı bence.
dahası biraz da güven meselesi,buna iyi bir para veripte alacağın ürünün üstünde adidas logosu ya da nike logosu görünce biraz tatmin oluyorsun kendi kendine. kıymetli bir şeye para verdim hissine bürünüyorsun ama şüphesiz şu ki logo ya da reklam hastalığı sosyal çevremiz içinde bizi ayrıştırdığına inanıp buraya mecvut gelirimizin hemen hemen tamamını koymakta birazcık kendimizi değerli hissetme çabamızdandır.
duyguların öteki yandan insan ilişkilerinin naylon bir hal alması bizi buna doğru ister istemez sürüklüyor.
her ne olursa olsun logo manyaklığı bizi, duygularımızı ve dünyayı kötü bir yere sürüklüyor.
Bir sonraki bölümde Ankara’da okuyan çok sevdiğim arkadaşım olan İrem Kaymak’a bandırmadan selamlarımı iletirseniz çok mutlu olurum sağlıkla ve huzurla kalın iyi yayınlar diliyorum.
LikeLike